Posted on: Şubat 18, 2021 Posted by: admin Comments: 0

İnsanlığın var olduğu ilk günden itibaren insanlar hep bir lider aramış, kendilerini yoluna adayabilecekleri birinin izinden gitmek istemişlerdir. Liderlerinin uğruna çalışmış, savaşmış, onların uğruna yaşayıp ölmüşlerdir. Zaman geçtikçe insanlar gelişmiş, insanlar geliştikçe de liderin etki alanı büyüyüp genişlemiştir. Her millet, her coğrafya, her din, her ideoloji kendi içerisinde ideal lider tipini oluşturmuş bunun sonucunda dünyada bitmek bilmeyen bir otorite kavgası ve iktidar yarışı başlamıştır. 

Kavimler Göçü sonrasında Avrupa’ya yoğun bir insan göçü olmuş, birçok topluluk Avrupa’ya gelmişti. Bunun sonucu oluşan feodal yapı Avrupa’da şehir devletlerinin oluşmasına yol açtı. Feodalite aslında bölgesel bağımsızlık üzerine dayalıydı. Şehirler arasında çok güçlü bir ticaret ağı vardı ve her biri kendi içinde bağımsızdı. Ayrıca bu şehirlerde yavaş yavaş yeni bir sosyal sınıf da oluşmaya başlamıştı. Bu sınıfa da burjuvalardı. Kökenleri de özgürlük, sosyal statü ve yeni bilgi arayışına dayanmaktaydı. Zamanla ortaya çıkan sürekli ordu ihtiyacı, Haçlı Seferleri sırasında derebeylerin ölmesi veya ordularını kaybetmesi, barutun ateşli silahlarda kullanılmaya başlanması, krallar ile papa arasındaki siyasal egemenlik yarışının krallar lehine ağır basması feodal iktidarın merkezi krallıklara evrilmesinde etkili olmuştur. Orta Çağ’ın bitimine doğru (ki bu tarih farklı milletlerce farklı zamanlarda kabul edilir) artık Avrupa’da krallıklar güç kazanmış ve insanlar topluluklar halinde kendilerine liderlik edebilecek bir “prensin” himayesi altına girmişlerdir.

İşte bu noktada tarihe bire bir tanıklık eden Niccolo Machiavelli devlet adamlığı ve siyasal kuramcılık yaptığı yıllarda kazandığı tecrübelerini, görüşlerini yazarlığını yaptığı “PRENS” kitabında ortaya koymuştur. Kitap aynı zamanda “Zafere giden her yol mübahtır.” görüşünün ve bu görüşün o tarihten bu yana oluşturduğu siyasi, felsefi, edebi yankılarının kaynağı olarak kabul edilir.

Machiavelli aslında İtalyan devletlerin zayıflayıp git gide güçsüzleşmesi üzerine İtalya’yı kurtaracak yeni bir hükümdar arayışına girmiş ve bu kitabında hükümdara yol göstermeyi, yönetmek için insan doğasına ve zamanın koşullarına uyan hangi araçları kullanabileceğini anlatmayı amaçlamıştır.

Yirmi altı bölümden oluşan kitabın ilk on bir bölümünde prenslik türlerini inceler ve prenslik tiplerinin zayıf, güçlü yanlarını ele alır. Başarıların elde edilmesinde fırsatların ne zaman ve ne şekilde kullanılacağının öneminden bahseder. On iki ila on dördüncü bölümlerde askerleri ve orduları incelemiştir. Askeri gücün iktidar ve halk üzerindeki etkisini anlatmış, ordu tipine göre prensliğin içine düşebileceği tehlikelerden bahsetmiştir. On beş ve yirmi üçüncü bölümler arası prensin siyasetin içindeki yerine, karşılaştığı yönetimsel sorunlar veya bulunduğu davranışlarda neler yapması gerektiğine, yaparsa nasıl bir tepki ile karşılaşabileceğine ve daha birçok spesifik olay üzerine  görüş belirtmiştir. Son üç bölüm ise bahsettiğimiz kısımların İtalya üzerine işlenmesi ile devam eder ve son bulur.

Kitapta prensin tebaasına ve dostlarına karşı tutum ve davranışlarının nasıl olması gerektiğini anlatan, yukarıda bahsettiğimiz kısımlardan bazı alıntılar;

“Cömert kabul edilmek iyi olurdu. Yine de cömertlik seni öyle bilmelerine yol açacak şekilde kullanılırsa, sana zarar verir; çünkü erdemlice ve kullanılması gerektiği gibi kullanılırsa farkına varılmayacak ve aksi bir durumda cimrilikle suçlanmaktan kurtulamayacaksın. Prens cömert namını korumak istiyorsa hiçbir gösterişli harcama fırsatını kaçırmaması gerekir ama böyle davranmakla bir prens bütün kaynaklarını bu tür eylemlerle tüketmiş olacak ve sonunda cömert namını korumak isterse, ağır vergilerle halkı ezmek ve para edinmek için yapılabilecek her şeyi yapmak zorunda kalacaktır. Bu durum onu tebaasının gözünde nefret edilen birisi yapmaya başlayacak ve herkes ona daha az saygı gösterecektir. Öyle ki bu cömertliği ile birçok kişiyi mağdur edip az kişiyi ödüllendirdiği için en küçük huzursuzluğun etkilerini hisseder ve ilk tehlikede zor durumda kalır.” (XVI, Cömertlik ile cimrilik üzerine)

“Her prens acımasız değil, merhametli sayılmayı arzulamalı; ne var ki, bu merhameti asla kötüye kullanmamaya özen göstermelidir… Bundan bir tartışma doğar: Korkulmaktansa sevilmek mi daha iyidir, yoksa tersi mi? Sorunun yanıtı şudur: Kişi, her ikisini birden ister; ama bunları bağdaştırmak zor olduğu için ikisinden birinin olmaması gerekiyorsa sevilmektense korkulmak çok daha güvenlidir. Çünkü insanlar hakkında genel olarak şu söylenebilir: Nankör, gelgeç gönüllü, sahtekâr ve hilebaz olurlar, tehlikeden kaçar, kâr peşinde koşarlar… Prens insanların sevgisini kazanamasa bile nefretten kaçınacak şekilde korku uyandırmalıdır; çünkü korkulmak ve nefret edilmemek pekâlâ bir araya gelebilir…” (XVII, Acımasızlık ile merhamet üzerine ve sevilmek korkulmaktan daha mı iyidir yoksa tersi mi?)

“Savaşmanın iki yolunun olduğunu bilmelisiniz: yasalarla ya da zor kullanarak. Bunlardan ilki insana özgüdür, ikincisi hayvanlara. Ama ilki çoğu zaman yeterli olmadığı için ikinciye başvurmak gerekir… Bir prensin hayvan doğasını iyi kullanabilmesi gerektiğine göre, hayvanlardan tilki ve aslanı seçmelidir. Tuzakları tanımak için tilki, kurtları korkutmak için aslan olmak gerekir: Yalnızca aslanlık edenler bu işten anlamıyorlar demektir. Sağduyulu bir yönetici, verdiği sözü tutmak zararına olacaksa ve söz vermesini gerektiren gerekçeler ortadan kalkmışsa, sözünü tutamaz, tutmamalıdır da.” (XVIII, Prensler sözlerini nasıl tutmalıdır?)

“Bir prensin içişlerinde kişisel becerilerinin sıra dışı örneklerini sergilemesi onun için son derece yararlı olur. Birisi sivil yaşamda olağanüstü bir şey yaptığında, bu yapılan ister iyi ister kötü olsun, prens o kişiyi ödüllendirme ya da cezalandırma konusunda uzun süre konuşulacak bir tutum takınmalıdır. Özellikle de bir prens her eyleminde, üstün zekalı ve büyük bir insan olduğu kanısını uyandırmalıdır. Bir prens, gerçek dost ve gerçek düşman olduğunda da saygı görür; başka bir deyişle, hiç sakınmadan birisinin yanında ya da birisine karşı olduğunu açığa vurduğunda. Bu tutum, her zaman yansız kalmaktan daha yararlı olacaktır…” (XXI, Prens kendisini saydırmak için nasıl davranmalıdır?)

“Saraylar onlarla doludur… Dalkavuklardan kendini sakınmanın tek yolu, sana gerçeği söylemenin seni incitmeyeceğini insanların anlamasıdır; ne var ki, herkes sana gerçeği söyleyebildiğinde saygınlığını yitirirsin. Bu yüzden temkinli bir prens üçüncü bir yol tutmalıdır: Devletine bilge kişiler seçmeli ve yalnızca seçilmiş olanlara kendisine gerçeği söyleme özgürlüğünü tanımalıdır, o da yalnızca onlara danıştığı konularda, başka konularda değil… Bir prens her zaman görüş almalıdır ama kendisi istediğinde, başkaları istediğinde değil; hatta herhangi bir konuda -görüşü sorulmadığı halde- ona öğüt veren kişinin cesaretini kırmalıdır…” (XXIII, Dalkavuklardan nasıl uzak durulacağı üzerine.)

Alıntılardan da okuduğunuz gibi Machiavelli “Prens” kitabında hükümdarı esas alarak verdiği öğütler ve belirttiği görüşler ile kendi siyasal ve felsefi düşünce yapısını işlemiştir. Bu düşünce yapısı büyük bir kesim tarafından çokça eleştirilse de iktidarın doğası gereği içinde bulunan acımasız yapısını, etik olanı yapmayı değil de hükmetmek ve başta kalmak için her türlü entrikayı içinde barındırıyor olmasını gözler önüne serer. Bu anlamda Machiavelli görüşleri ile yüzyıllardır özellikle siyaset alanında olmakla beraber birçok alanda önemli bir yer edinmiş ve sıkça alıntılar yapılan birisi olmuştur. 

Kitap birçok konuya büyük bir açıklıkla değiniyor. Yukarıda da bazı kısımlarından alıntılar yaptım. İlginiz varsa gerçekten okunması gereken bir kitap. İyi okumalar dilerim.

BARAN MUŞLU

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRENCİSİ

Leave a Comment